Mahal-i İçeri
bu gece hüzün hakim, her gün olduğundan biraz daha fazla.
içimi düşündüm, içerimi. maddi cisimleri değil, manevi olanları.
bana çok soran olmuştur, ben de kendime çok sordum : “Bu sükunet, ciddiyet neden , nasıl , niye?”
çoğu kişiye mizaç der geçerim, çok nadir olanlara ‘bazı meslek alışkanlığı’ derim ama o mesleğe girdikten sonra böyle olmadım , böyle olduğum için o mesleğe alındım. ve şimdi burada da gerçek cevabını vereceğim. onu da sadece ‘beni merak etmiş olanlar’ okuyacak yoksa başka türlü erişemezler bu yazıya.
sevindiğimi görmeniz muhtemeldir, aşırı mutlu olduysam belki belli etmişimdir mesela gülümsemişimdir :). sinirlendiğimi görmeniz olasıdır, sinir gösterilmedikçe faydası yoktur. aşık olduğumu görmeniz çok zordur , gözlerinizi ayırmadan beni izlemeniz gerekir ve ben buna müsaade etmeyecek kadar donanımlıyım. üzüldüğümü görmeniz ise imkansızdır.
peki neden ?
küçükken yanlış bir şey yaptığımda dayak yerdim-herkes gibi- ama pek ağlama alışkanlığım yoktu hatta arsız gibi keyif alırdım; bundan dolayı yaptığım hatanın farkına varmadığım düşünülür ve daha çok döverlerdi, acıdan ağlayana kadar. en son istedikleri olan ağlamam başlayınca sesimi duymamak için ağlamamamı söylerler, ağlamaya devam edersem susana kadar döverlerdi.
içe doğru ağlamayı öğrendim ben de. yürürken , bir işle uğraşırken bile yapabilecek kadar.
sevineceğim bir şey olduğunda ise sevincimi sesli gösteremezdim yoksa sevinme nedenim elimden alınırdır. ben de sevinmiyormuş gibi sevinmeyi öğrendim.
yapmam gerekenleri hep göstermeden yapmayı öğrendim/öğretildim. o yüzden beni üzülürken göremezsiniz ama gülümsememe denk gelebilirsiniz. o da arsızlıktandır 🙂
yukarıda bahsedip de nedenini açıklamadıklarım da bende kalsın.
bakarsın belki onları ilerde öğrenirim.