Ne zamana kadar?

süre çok göreceli bir şey. ne zamana kadar sürecek bu? diye bir cümle kullanıyorsanız eğer hayatınızda, geçmiş olsun. bu hayatı anlayamamışsınız demektir. bir şey hiçbir zaman uzun sürmez çünkü siz daha onu düşünürken o çoktan olup geçmiştir. hani nasıl anlatayım, mesela virüs. içinizden dediyseniz eğer “ne kadar sürecek bu virüs?” hataya baştan düşmüşsünüz. çünkü süren bir şey yok. olması gereken şeyleri yaşıyorsunuz. sadece bazı şeylere, hatta mümkünse her şeye hızlı ayak uydurmalısınız. “siktir lan” dediğinizi duyar gibiyim ama bir de şöyle düşünün bir zamanlar oturup çizgi film izliyordunuz ama bir gün izlemediğinizi fark ettiniz ve bunu garipsemediniz. bunu da dünyanın büyümesi olarak değerlendirebilirsiniz.

beni gerçekten seven bir fil’im olsun isterdim ya da bir kaplanım. olmasa da geyik. geyik ama önemli, beni sevmese bile en azından kanını içmek isterdim.

kafamdaki kırıklara ölesiye uygunsun diyor şair, evet severim bu dizeyi. amma velakin bir anlam bozukluğu var burada. bir kırığa hiçbir şey uygun değildir. kırılan parça bile. eğer uygun olduğunda ısrarcı ise parça kırığa uygun şekilde yapılmıştır. bu da şairin bahsettiği kişinin kendisine uygunluğu tarif eder. şairin kavuştuğu kimseye umutsuz şiir yazmasını da pek olağan karşılamaz isek bu şair ya soyut bir şeye yazıyor bu şiirini, ya kavuşmalarına engel bir senaryo var ortada ya da kavuşmak istemiyorlar.

ya benim kadar düşünmemiş
ya da verdiğim örnekteki gibi insan somut bir varlığa uygun teşbih yapılamayacak bir varlık. ki ben bunun doğru olduğunu düşünüyorum.

bir gitarım olsun isterdim, ya da yaz kış bot-deri ceket giyen tiplerle takılmak.

geçen metroda kendi yansımama daldım ve o anda bir şey farkettim. cihangir emeklisi gibi dolaşıyordum ortalıkta. insan metroda cidden bazen düşünüyor. hani “bir sincap gibi” yaşayacaktım? kızdım kendime ardından; madem sincap gibi olamıyorum, olduğum şeye benzeyeyim. hürriyet gazetesi aldım ve oturdum bankın birine. biraz sıkıcı geçiyordu ama denemesem olmazdı. hem daha saçlarımı uzatıp, kasket takıp, sakallarımı kesip bıyık bırakıp ardından bilge tavırlarımla insanları küçümsemeliydim. derken biri gelip bana en yakın camiyi sordu. tarif ettim. sonra dönüp kendime baktım, yok dedim bu da olmayacak.

amerikan kolej ceketim var, bugün onu giyip dışarı çıkacağım. amerika’da 18 yaşın üstünde bunu giyenlere her ne kadar salak gözüyle bakılsa da türkiye’de hâla bi çekiciliği var. onu da ben tüketeceğim. her ne kadar üstü fosforlu kalemle çizilmiş boş bir kağıttaki tek cümle gibi gezecek olsam da.

ben seni bir severim
zenci olduğuna ikna olur michael jackson
matadorunu felç eder bir boğa
gözleri güzel olanın
ve gül…(bu kısmı sen doldur)
ve çayımı da

aklımda bir fikir var, varsa benim gibi böyle işin en garip detayları ile düşünebilen, düşünürken anlık taraf ve fikir değiştiren, düşündüğü şeylerin hiçbir zaman bir sonucu olmayan biri bana ulaşsın.

çok merak ediyorum, garip bir metrobüs var klasik gri ve sarı olanların haricinde daha uzun ve daha açık gri. ne zaman hangi güzergahta olsam tam tersi yolda oluyor o. hiç binen var mı? nedir farkı? her bölmede kaç koltuk var? koltuklar harici insanca kaç kişi ayakta gidebilir? nereden nereye gidiyorlar? bunlara cevap arıyorum.

kervan yolda düzülür.

ya da kervan yolda düzülür

Yorum Bırak

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.